ve roller değişir, DARVO..
Hoş geldin, nasılsın? Bugün seninle DARVO denen şey hakkında konuşacağız. Belki adını hiç duymamışsındır, belki de duymuşsundur ama tam olarak ne olduğunu bilmiyorsundur. Ama şunu söyleyebilirim ki, eğer hayatında bir kere olsun bu taktiğe maruz kalmışsan, o zaman zaten bu yazıyı okurken bir şeyler içinde titreyecek. Çünkü bazı acılar unutulmaz. Bazı yaralar kapanmaz. Ve bazı karanlıklar, bir kere içine girdi mi, bir daha çıkamazsın.
DARVO, İngilizce “Deny, Attack, and Reverse Victim and Offender” ifadesinin kısaltması. Türkçe’si şu: İnkar et, saldır, kurban ile faili ters çevir. Ama bu sadece teknik bir tanım. Gerçekte DARVO, senin gerçekliğinin yok edilmesi demek. Senin varlığının sorgulanması demek. Senin kim olduğunun, ne hissettiğinin, neyin doğru neyin yanlış olduğunun çarpıtılması demek. Ve en sonunda, senin kendinden şüphe etmen demek. İşte en acısı bu. Kendinden şüphe etmek. Kendi zihnine güvenememek. Kendi algılarına inanamamak. Bu, bir tür ruhsal ölümdür aslında.
Stefan Zweig, hayatının son yıllarında yazdığı mektuplarında sürekli bir şeyden bahsederdi: İçinde bir şeylerin kırıldığından, artık eski dünyaya ait olmadığından, kendini yabancı hissettiğinden. DARVO’ya maruz kalan bir insan da aynı şeyi yaşar. Artık kendi dünyasına ait değildir. Çünkü o dünya yıkılmıştır. Yerine, manipülatörün kurduğu sahte bir dünya vardır. Ve sen, o sahte dünyada kaybolmuş, kim olduğunu unutmuş bir gölge haline gelirsin.
Sartre, “kötü niyet”ten bahsederdi. İnsanın kendi özgürlüğünden kaçmak için kendini kandırması. DARVO’da da bu var. Ama burada kendini kandıran sen değilsin. Seni kandıran, manipülatördür. O, kendi sorumluluğundan kaçmak için seni kullanır. Kendi yaptığı kötülüğü senin üzerine atar. Ve sen de, bir süre sonra, o yükü taşımaya başlarsın. “Belki de ben yanlış yaptım. Belki de ben onu bu hale getirdim. Belki de sorun bendedir.” İşte bu düşünceler başladığında, çöküş de başlamış demektir.
İlk aşama inkardır. Manipülatör, yaptığını yapmadım der. “Böyle bir şey olmadı. Sen yanlış hatırlıyorsun. Sen hayal kuruyorsun. Sen her şeyi abartıyorsun.” Bu sözler basit yalanlar değildir. Bunlar, senin gerçekliğine yapılan saldırılardır. Freud, inkardan bahsederken en ilkel savunma mekanizmalarından biri olduğunu söylerdi. İnsan, kabul edemediği gerçekliği reddeder. Ama DARVO’da bu, başka bir boyut kazanır. Çünkü burada reddedilen, manipülatörün gerçekliği değil, senin gerçekliğindir. Sen yaşadın, sen gördün, sen hissettin. Ama o, “hayır, olmadı” diyor. Ve bir süre sonra, sen de kendi kendine sormaya başlıyorsun: “Acaba gerçekten mi olmadı?”
İkinci aşama saldırıdır. Manipülatör inkar etmekle yetinmez. Sana saldırır. “Sen deliriyorsun. Sen hasta bir insansın. Sen her şeyi kişisel algılıyorsun. Sen paranoyaksın.” Bu sözler, senin zaten yorgun, zaten yıpranmış ruhunu daha da ezmeye yeter. Nietzsche, güç istencinden bahsederdi. İnsanın güç elde etme ve onu sürdürme arzusu. Manipülatör da bu arzuyla hareket eder. Seni zayıf düşürerek güçlenir. Seni küçülterek büyür. Seni yok ederek var olur. Ve sen, her saldırıda biraz daha küçülürsün, biraz daha yok olursun.
Üçüncü aşama ise en yıkıcı olanıdır. Kurban ile failin ters çevrilmesi. Manipülatör artık kendini kurban olarak gösterir. “Sen bana çok acı çektiriyorsun. Sen beni incitiyorsun. Ben senin yüzünden çok kötü durumdayım.” Ve işte burada, son direnç de kırılır. Çünkü artık gerçekten kendini suçlu hissediyorsun. “Belki de gerçekten ben ona zarar veriyorum. Belki de ben kötü bir insanım.” Camus, absürdizmden bahsederken insanın anlam arayışının anlamsız bir evrende nasıl boşa çıktığını anlatırdı. DARVO’da da benzer bir durum var. Sen kendi gerçekliğini arıyorsun ama bulamıyorsun. Çünkü manipülatörün yarattığı sahte gerçeklik, senin gerçekliğini yutmuş durumda. Hangisi doğru, hangisi yanlış bilmiyorsun artık. Bu belirsizlik, seni varoluşsal bir boşluğa iter.
Bu taktik, sadece bir manipülasyon oyunu değil. Bu, senin varlığına yapılan sistematik bir saldırıdır. Zamanla, kendi duygularına güvenemez hale gelirsin. “Acaba gerçekten ben mi aşırı tepki veriyorum?” “Acaba ben mi her şeyi yanlış anlıyorum?” Bu sorular, senin içinde bir kurt gibi kemirmeye başlar. Ve bir gün kendinle baş başa kaldığında, aynaya baktığında, orada yabancı birini görürsün. Tanımadığın birini. Çünkü artık sen değilsin o.
Freud, süperego dediği içsel yargıçtan bahsederdi. Toplumun kurallarını içselleştirmiş, sürekli seni yargılayan bir ses. DARVO taktiğine maruz kalan biri, süperegosunun acımasız saldırısı altındadır. Çünkü manipülatörün suçlamaları, senin içindeki o yargıcı harekete geçirir. “Belki de o haklı. Belki de ben gerçekten kötüyüm. Belki de ben gerçekten sorunluyum.” Ve bu düşünceler, seni içten içe eritmeye başlar.
Günlük hayatta bu nasıl görünür? Diyelim ki bir ilişkidesin. Partner sürekli yalan söylüyor, aldatıyor, seni duygusal olarak istismar ediyor. Sen bunu dile getirdiğinde ne oluyor? Önce “Ben öyle bir şey yapmadım, sen deliriyorsun” diyor. Sonra “Sen beni sürekli suçluyorsun, sen hasta bir insansın” diyor. En sonunda da “Sen bana çok acı çektiriyorsun, ben senin yüzünden çöküyorum” diyor. Ve sen? Sen artık kendi kendine soruyorsun: “Acaba gerçekten ben mi sorunluyum? Acaba ben mi onu bu hale getirdim?” İşte bu an, senin kaybetmeye başladığın andır.
Ya da iş yerinde. Bir yönetici sana mobbing yapıyor. Sürekli seni küçük düşürüyor, aşağılıyor. Sen bunu şikayet ettiğinde, “Sen yanlış anlamışsın. Sen çok hassassın. Sen profesyonel değilsin” diyor. Sonra “Sen beni haksız yere suçlayarak itibarımı zedeliyorsun. Ben senin yüzünden hasta oldum” diyor. Ve sen? Sen artık işe gitmekten korkuyorsun. Çünkü belki de gerçekten sen sorunlusun. Belki de herkes haklı, sen haksızsın.
Bu durumdan çıkmak kolay değil. Çünkü artık kendi gerçekliğine güvenmiyorsun. Nasıl güvenebilirsin ki? Herkes sana yanlış olduğunu söylüyor. Manipülatör öyle ustalıkla oyunu kurmuş ki, etrafındaki herkes onu haklı, seni haksız görüyor. Sen yalnızsın. Tamamen yalnız.
Zweig, “Satranç” öyküsünde bir adamın zihinsel işkence altında nasıl çöktüğünü anlattı. DARVO da bir tür zihinsel işkencedir. Ama bu işkence görünmez. Dışarıdan bakan biri bunu göremez. Çünkü manipülatör, mükemmel bir maske takar. Toplumun gözünde o, kurban ve mazlumdur. Sen ise, zalim ve sorunlusun. Bu, senin yalnızlığını katlanılmaz hale getirir.
Camus, Sisifos’tan bahsederdi. Taşını tepye çıkaran, sonra tekrar aşağı yuvarlanan ve yeniden başlayan adam. Anlamsız bir döngü. DARVO’dan kurtulmaya çalışan biri de benzer bir döngüdedir. Her gün yeniden başlamak zorunda. Her gün kendi gerçekliğine yeniden inanmaya çalışmak zorunda. Ama taş sürekli aşağı yuvarlanıyor. Çünkü manipülatör hala orada, hala seni çekiyor aşağı.
Sartre, insanın özgür olduğunu söylerdi. Ama bu özgürlük, aynı zamanda bir lanettir. Çünkü özgürlükle birlikte sorumluluk gelir. DARVO’dan kurtulan biri, bu özgürlüğü ve sorumluluğu yeniden alır. Ama bu çok ağır bir yüktür. Çünkü artık kendi hayatını yeniden inşa etmek zorundasındır. Ve bu inşa, çok acı verici bir süreçtir.
Nietzsche, “Tanrı öldü” derken modern insanın değerler krizini anlatıyordu. DARVO’nun kurbanı da benzer bir krizle karşı karşıyadır. Tüm değerleri çökmüştür. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmez. Geriye sadece boşluk kalır. Anlamsızlık kalır. Ve bu boşluk, bazen dayanılmaz olur.
Manipülatörden uzaklaşmak gerekir. Ama bu her zaman mümkün olmaz. Belki o, senin partnerin, ailendendir, işverendir. Ondan uzaklaşmak, her şeyini kaybetmek demek olabilir. Ama kalırsan, kendini kaybedersin. Bu ikilem, insanı çaresizliğe iter.
Sonra, sağlıklı ilişkiler kurmak gerekir. Ama bu da zor. Çünkü artık kimseye güvenemiyorsun. Herkes potansiyel bir manipülatör gibi görünüyor. Bu, yalnızlığını derinleştiriyor.
Terapi gerekir. Ama bazen terapi bile yetmiyor. Çünkü hasar çok derin. Yara çok büyük. Ve bazı yaralar, hiç kapanmıyor.
Zweig, sonunda intihar etti. Çünkü artık yaşayamıyordu. Dünyası çökmüştü, eski değerler yok olmuştu. DARVO’nun kurbanları da bazen benzer düşüncelere kapılırlar. Çünkü acı çok büyüktür. Yük çok ağırdır. Ve bazen, sadece var olmak bile dayanılmaz hale gelir.
DARVO, manipülasyonun en karanlık biçimlerinden biridir. Sadece psikolojik bir oyun değil, varoluşsal bir yıkımdır. Kişinin kendi gerçekliğini, kimliğini, varlığını yok eder. Kurban, bir anda kendini suçlu hisseder. Fail ise, masum kurban rolüne bürünür. Bu, ruhsal bir ölümdür. Ve bazen, bu ölüm fiziksel ölümden daha acı vericidir.
Eğer bir ilişkide sürekli kendini suçlu hissediyorsan, kendi algılarını sorguluyorsan, karşındaki her zaman kurban görünüyorsa, belki de DARVO’nun kurbanısındır. Bu, senin hayatının sonu olabilir. Belki fiziksel olarak değil, ama ruhsal olarak.
Kendi gerçekliğine güvenmeye çalış. Ama bu kolay değil. Hiç kolay değil. Gerekirse profesyonel yardım al. Ama bil ki, bazen hiçbir şey yetmez. Bazen acı çok büyüktür. Ve bazen, sadece hayatta kalmaya çalışmak bile bir zaferdir.
Jennifer Freyd’in DARVO üzerine yaptığı akademik çalışmalara bakabilirsin. Ama bil ki, akademik metinler bu acıyı anlatmaya yetmez. Çünkü bu acı, yaşanarak anlaşılır.
Bu yazımda DARVO’nun ne olduğunu ve neler yaptığını anlatmaya çalıştım. Bu karanlık gerçeklikle yüzleşmek zor. Ama gerekli.
Başka bir yazıda görüşmek üzere.
İyi şanslar…
yorumlar [ github üzerinden yorum yap ]