27.10.2025

love-bombing, IDD döngüsü?

Hoş geldin, nasılsın? Bugün, sevilmek denen şeyin parlak yüzünün nasıl bıçak olabildiğini konuşacağız; öyle sade, öyle doğrudan. Love‑bombing diye adlandırdığımız şey başlangıçta bir şenliktir: bir insanın dünyanı ışıklarla doldurması, sürekli onay vermesi, seni sanki daha önce hiç görülmemiş bir mucizeymişsin gibi kutsaması. Bu parlaklık başta sarhoş eder; kişi kendini yeniden doğmuş gibi hisseder, yaraları bir anda kapanmış gibi görünür. O anda dünya daha güzel, yarınlar daha olasıdır. Bir ilişki bir müzik gibi çalmaya başlar ve sen ritme kaptırırsın kendini. Bu ritim bağışlar, güven verir; beyin bu ritmi öğrenir, dopamin paketleri gelir ve her onay bir ödül gibidir.

Sonra, bir yerde, parıltı kırılmaya başlar. İlk eleştiri bazen zararsız görünür; “abartıyorsun” der ya da “çok duygusalsın” diye bir cümle düşer. Küçük çatlaklar büyürken senin içindeki ses —“acaba ben mi yanlış yapıyorum?”— yükselir. Burada işin sinsi kısmı başlar: mimlenen sevgi, bağımlılık üretir; onay geri çekildiğinde, yarım kalmış bir ihtiyaç gibi acı verir. Bu acı, bir çekilme hissidir; bir tür duygusal yoksunluk. Tıpkı bağımlılıkta olduğu gibi, kaybedilen ödülü yeniden kazanma arayışı başlar. Sen değişmeye başlarsın — kendini ikna etme, düzeltme, daha iyi olmaya çalışma. Çünkü ilişkiyi kaybetmek, sadece bir insanı kaybetmek değildir; sosyal bir yerin, tanınmanın, hayata dair bir güvenin kaybıdır.

İdealize‑devalue‑discard döngüsü, sadece bir manipülasyon şablonu değil; bu döngü bir kimliğin altından kazı yapar. Önce seni yükseltir, sonra oradan alır. Kimin suçlu olduğu meselesi bazen ikinci hatta üçüncü plandadır; ortaya çıkan gerçek, yıkımın sonuçlarıdır: güvenin azalır, benlik zedelenir, umut erozyona uğrar. Sartre’ın varoluşçuluğunda insanın “öz”ü eylemlerinin toplamıdır derdi; buradaki trajedi, kişinin eylemlerini ve duygularını sürekli olarak dışa bağımlı hale getirmesidir. Kendi değerini başkasının bakışlarına bağladığında, o bakış gidince sen de eksilirsin.

Bu süreçte zamanın işleyişi tuhaftır — ilk hız, sonra donukluk. Başlangıçta her anın yoğunluğu seni sarar; her mesaj, her hediye bir anlam taşır. Sonra mesajlar azalır, övgüler kesilir, yerlerini küçük iğneler alır. “Seninle gurur duymuyorum” ya da “bunu sen yüzünden yapmak zorunda kaldım” gibi cümleler düşer. Küçük iğneler birikir; bir gün aniden soğukluk gelir; telefonlar cevaplanmaz, açıklama yoktur. Bu terkin şiddeti sadece ayrılıkla ölçülmez: terk, önce bir kişinin çevresini, sonra umutlarını, sonra yaşam isteğini terk etmektir.

İnsan derin acı çekince mantığı kayar mı? Bazen evet. Yalnızlık, utanç ve değersizlik duyguları bir araya geldiğinde, bir kişi kendini görünmez hisseder. Sosyal destek eridikçe, kişinin çıkış yolları daralır. Kimin kapısını çalacağını bilemez. Buralarda, “niçin varım?” sorusu sadece felsefi bir soru olmaktan çıkar; yaşamı sürükleyen ağır bir ağırlığa dönüşür. Nietzsche’nin “Tanrı öldü” söylemi burada yankı bulur: geleneksel dayanaklar sarsıldığında insan kendi anlamını yeniden inşa etmek zorunda kalır — ama love‑bombing gibi ilişkiler o yeniden inşa fırsatını elinden alır.

Bunu okuyanlar için bir gerçek daha söyleyeyim: bu dinamiklerin çoğu, kurbanın ayıbı değildir. İnsanlar sevilmek, onaylanmak, takdir edilmek ister; bu temel bir ihtiyaçtır. Failin yöntemleri ise ferdin zayıflıklarını, korkularını ve umutlarını kullanır. Bu, kişinin “aptal” olduğu anlamına gelmez; aksine, sevgiyi ve güveni takdir etmeye açık olduğu içindir. Yine de sonuç acıdır: arkadaşlıklar kopar, iş verimi düşer, sağlık bozulur; bazı insanlar bu yükü taşıyacak yerde kırılır.

Eğer şimdi bu metni okuyanlardan biri böyle bir dönüşün içinde hissediyorsa: hissettiğin şey gerçek, yalnız değilsin ve utanılacak bir taraf yok. Yardım istemek zayıflık değil cesarettir. Birine açıl; bir arkadaş, bir aile üyesi, bir profesyonel. Mesajları, tarihleri, küçük kanıtları sakla — bunlar yargı değil, kendini dışa açma ve doğrulama araçlarıdır. Ve eğer şu an aklında kendine zarar verme düşünceleri varsa: 112’yi ara, bir acil servise git, yanında biri yoksa en azından güvendiğin birini ara.

Faile sesleneyim: eğer sen ilişki içinde bu döngüyü yaratan taraftaysan, yaptığın şey küçücük bir oyun değil; bir insanın dünyasını paramparça eden bir davranış zinciri. Bunu durdur. Hesap ver. Profesyonel yardım al. Empati öğrenmek, sınırlar koymayı öğrenmek, diğerinin özerkliğini tanımak beceri işidir; öğrenilebilir ama önce dürüst olmak gerekir. “Ben böyleyim” bahaneleri, zarar görmüş insanların hayatını telafi etmez.

İyileşme zordur ama mümkün. Küçük adımlarla başlar — kendine zaman vermek, eski ilişkileri yeniden değerlendirmek, terapiye gitmek. Camus’ün absürd dünyasında anlamsızlıkla yüzleşmek bitter ama aynı zamanda özgürleştiricidir; yaşamı yeniden kurmanın bir yolu vardır. Bu yeniden kurma sabır gerektirir: güven yeniden tesis edilir, sosyal ağlar onarılır, özsaygı adım adım geri gelir.

Bu yazı, bir uyarı değil sadece; bir çağrı. Parıltıya kapılma, ama parıltıyı da tamamen kötüleme; insanın ihtiyacı olan sevgi gerçekse, onu ayırt edecek gözlerin olsun. Çevrendekilere dikkat et; birinin anlattıklarını küçümseme; bazen tek bir kulağın açık olması bir hayatı kurtarır. Ve son olarak, eğer sen kendi içindeki boşlukta kaybolduğunu hissediyorsan—konuş, söyle, elini uzat. Sessizce erimeye izin verme; bir hayat, bir umut, çoğu zaman küçük bir müdahale ile korunabilir.

başka bir yazıda görüşmek üzere. iyi şanslar…

yorumlar [ github üzerinden yorum yap ]

yorumlar yükleniyor...